7 yaşındayım. Şu an neresi olduğunu hiç anımsayamadığım bir yerde, komşularımızla beraber piknikteyiz. Babalar mangalı yakmaya çalışıyor, anneler salata yapıyor. Ben ve Duygu top oynuyoruz. Duygu komşumuzun 4 yaşındaki kızı. O zamanlar bir kız kardeş hayaliyle yanıp tutuşan bu naçiz bünyem, onu kardeş bellemiş, çılgınlar gibi onunla zaman geçirmeye çalışıyor kendini sevdirmek için.
İlk postayı yemişiz, babam narkoza bağlamış anında. Adam sebepsiz bir ısrarla beni çıplak ayak toprakta yürütmeye çalışıyor. Neymiş, çıplak ayakla toprağa temas edince stresi, kötü enerjyi atarmışız. Duygu diğer komşunun oğluna yapışmış, yıllar sonra kavuştuğum kız kardeşim elden gidiyor, babam bana enerji diyor, sinerji diyor. Ulan 7 yaşındaki çocuğun ne stresi olabilir. Kaldı ki börtü böcekten ölümüne tırsıyorum, Duygu dakikalar geçtikçe o piçle daha da yakınlaşıyor, ben hala çıplak ayak toprakta yürümeye zorlanıyorum.
İstemediğimi belli edince bir de azar yiyorum babamdan. Ağzıma sıçıyor bildiğin herkesin içinde. Gözlerim doluyor, serde erkeklik var, ağlayamıyorum, Duygu'yu elinden tuttuğum gibi uzaklara doğru yürümeye başlıyorum.
Bulunduğumuz yerde piknik yapan başka insanlara kaynamaya çalışıyorum bir anda. İnsanlar bizimle konuşuyor. Onlara Duygu'nun kardeşim olduğunu söylüyorum. Duygu beni siklemiyor bile. İnsanlardan bir insan; ''Hiç benzemiyorsunuz Allah Allah.'' diyor. ''Ben babama benzemişim o anneme'' diyorum. Orospu çocuğu insan yemiyor, canımı sıkmaya devam ediyor. ''E sen sarışınsın ama bu kız kapkara, çok garip'' diyor. Duygu'ya bana abla demesi için delicesine baskı yapıyorum, deyyus beni hiç sallamıyor, ''Anneme gitçem beaan'' diye ağlıyor, insanları kuşkulandırıyor. İnsanlar Duygu'yu çaldığımı düşünmeye başlamadan oradan uzaklaşmaya çabalıyorum.
Nitekim gözüme çarpan mini mini kuşlara doğru yol alıyorum. Duygu'yu unutuyorum bir anda. Kuşlar o kadar sevimli ki, dönemin engellenemez içgüdüsü ile -ellemek- istiyorum onları. Tam o sırada annemin muhteşem uzunluktaki tırnakları kulağımdaki ilk deliğin açılmasına vesile oluyor. ''Nerdesin sen piç kurusu! Elalemin çocuğunu niye sürüklüyorsun peşinden. Bir şey olsa anasına ne hesap ve...'' Ben hala kuşlara bakıyorum. Ellemeliyim diyorum içimden. Ateşim çıkıyor adeta. Kalbim show tv'deki kırmızı noktalı filmlerde meme görmüşüm gibi hızla atıyor. ''Nereye gidiyorsun, ısırır bak...'' Duymuyorum bile. Ölümüne koşuyorum kuşlara. Boyum kadar duvardan güç bela atlıyorum. Yavaşça kuşlara yaklaşıyorum. Daha elleyemeden, ensemde bir yanma hissediyorum. Arkamı bir dönüyorum ki, her nasılsa benden daha uzun boylu bir kuş, tabiri caizse beni kanırtarak gagalıyor. Ağzıma sıçıyor. Altıma işeyeceğim neredeyse. Korkudan ne yapacağımı şaşırıyorum. ''Anneeaaaaaa'' diyerekten duvara doğru depar atıyorum. Bir yandan da, ''Vay be, demek ki insan bu kadar hızlı koşarsa topukları götüne gerçekten de çarpabiliyormuş.'' diye ilk tespitime imza atıyorum içimden.
Kuş inanmış, kuş çılgın, kuş ana yüreği. Bırakmıyor peşimi. Yakalasa kolumu bacağımı, artık Allah ne verdiyse paramparça edecek. Annemin kötü kadın kahkahası ritmleri eşliğinde koşuyorum. Nihayet zar zor tırmandığım duvara yaklaşıyorum ve nefesler tutulmuş sayın seyirciler, heyecan dorukta! Küçük Ebru evine 3 puanla geri dönebilirse...
Duvardan tek hareketle Tsubasa gibin uçuyorum. Yavaşça yere iniyorum ve adeta bir kahraman edasıyla terden yapış yapış olmuş kahküllerimi kıvrak bir kafa hareketiyle yana savuruyorum. Ayağa kalkıyorum ve kuşa şaplatarak -nah- çekiyorum. Hayatımda ilk defa nah çekiyorum.
Mınakodumun Duygu'su hala ağlıyor anneme gideceğim diye. Annem yerlere atmış kendini, debelenerek gülüyor. Konuşamıyor bile.
Bense, kuşa götü kaptırmamanın verdiği haklı gururla annemi yerden kaldırıp ''Şşş. Geçti. Sakin ol bebeyim.'' deyip kendine getirdikten sonra, onu ve Duygu'yu elinden tutup babamların olduğu masalara doğru ilerliyorum.
Sonra, yıllar boyu annem ne zaman televizyonda kaz görse bana götüyle gülüyor. Babam o pikniği hiç hatırlayamıyor. Duygu'dan bir daha haber alınamıyor ve ben piknikleri bir türlü sevemiyorum.
benim de aklima ilkokulda zorla yapilan piknikler geldi. ne kadar igrencti yarabbim? en kotusu ise o plastik kaplarda sicaktan yamulmus yimirtayi yemek icin ogretmen tarafindan yapilan baskiydi. yemem lan ben onu, git manyak misin? kokar les gibi, milet bayila bayila yerdi. mangala her zaman evet ama masadaki tencerelere (ev yemegi yiyeceksen, evinde ye birader), etrafta kosusan, aglayan cocuklara hayir ki normalde cocuk severim.
YanıtlaSilmangalsiz, alkolsuz bir sekilde battaniye kilikli seyin ustunde, evden hazir getirilmis nevaleyi yemek bana bir haz vermez hatta hic sevmem. zaten haserata alerjim vardir, iki saat kasinirim, eziyet.
bu arada; duygu buyuk ihtimal, hala miymintidir..
en güncel başlıktan yorum yazayım istedim, yazıyı henüz okumadım çok uykum var okursam yazıya da yorum yazarım. hoşgeldin blogspota. seni reader'dan takip ediyordum, yazılarının bi kısmı çıkıyodu orada. sayfanı açmak filan derken eper zor oluyodu. böylesi çok daha iyi olmuuş. öpüyorum mayonezi seven çılgın kıız, köfte dudak. :)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilpiknikleri sevmeme nedeninin bi kaz olması ilginç. halbuki baya galip çıkmışsın mücadelenden. çocukluğuna inmeni sevdim..
YanıtlaSilBir keresinde bir tane sokakta yabani bir serçeyi parmağıma kondurmayı başarmıştım. Kuş ya çok yeniydi bu dünyaya ya da bi şekilde çelimsiz düşmüştü. Bilmiyorum.. Yanımdaki kız arkadaşıma uzattım parmağımı. Herhalde onun da benim gibi heyecanlanıp, kuşu görüp seveceğini düşünmüşüm. Kızın küçücük bir serçeyi görüp bastığı çığlıktan sonra, kuşları sevmeyi değil şımarık olup da aynı zamanda masum bir hayvandan korkan kızları sevmeyi bıraktım..
böylesi daha güzel sanki..
ahahaha olum komik de yazabiliyosun işte. salt ironisin yemin ediyorum.
YanıtlaSilUzun zamandır okuduğum en keyifli blog yazısı... ellere sağlık; harikaydı :)
YanıtlaSilhahaha :D:D:D acı ama gerçek çok güldüm dogrusuuu =))))) hepimizin vardır böle meraktan basımıza nelerin nelerin geldiği anılar... sağolasın geçmişe döndüm bol bol da güldüm...
YanıtlaSil